Pcsibozulanadam olarak sizi karşılamaktan onur duyarım efenim :D

3 Ocak 2013 Perşembe

amcaoğlu ile evlendirilmek


Kına gecesinde annem zor ayakta duruyordu. hem üzgün hemde utanç içindeydi. bütün köy içest ilişkimi kınıyor ama kuruyemiş ve limonatayı hunharca mideye indirmekten geri kalmıyorlardı.

serin bir akşamdı, esen rüzgar bacaklarımın arasından geçip belime dolanıyor, göğüslerimden süzülüp atmosfere karışıyordu. yarın düğünüm vardı.. yarın amcamın oğlu ile erkek erkeğe ilişkimizin ilk günü olacaktı heyecanlı, utangaç ve ağlamaklıydım.. istemediğim bir ilişkinin kölesi ediliyordum.. töre bizi ibneliğe sevk etmiş ve gözünü bile kırpmamıştı.

çok garip bir film dönüyordu ortada. tanrı bizi ibnelik için yaratmış olamazdı. eğer öyleyse çok espritüel bir yapısı vardı, çünkü bu yaptığı eşek şakasıydı.

sevdiğim kızı gördüm ellerime kına yakılırken.. yarın sikileceğimi bildiğinden gözleri ağlamaktan şişmişti.. sevdiğim kızın evinin önünden geçip gerdeğe gidecektim.ellerime kına yaktılar. sanırım ilk defa bir eşcinsel ilişkiye kına gecesi yapılıyordu. ibnelik tarihinde bir ilk, bir kült olmuştum. zaten uluslar arası eşcinseller federasyonu gökkuşağı şeklinde bir çelenk göndermişti. eşim olacak adam yani amcamın oğlu utanmadan göbek atıyordu.

anlayamıyordum.. bir insan erkek sikeceği için bu kadar mutlu olabilir miydi..? anlaşılan değişen dünya dengesi, eriyen kutuplar ve delinen ozon tabakası küresel politikalar gibi namus kavramınıda değiştirmiş, erkek sikmeyi normal hale getirmişti.

kına gecesinin ardından kayan yıldız kadar çeresiz ve bitkinlikle evime yürüdüm.. ne yapacağını bilmez aciz bir bedene sahip olan ruhum boğulmuştu artık. yürüyebilen bir ceset gibiydim köyün patika yolunda ilerlerken..

oysa bu yollarda yarın eşim olucak adamla kardeşçesine yürürdük. top oynar, uçurtma uçururduk. hiç beni sikeceğinden bahsetmemişti. kertildiğimizi hiç konuşmamıştık bile. meğr içten içe bana hallenirmişte haberim yokmuş. şerefsiz..

bütün gece gözüme uyku girmemişti. sabah ezanını ardından koca memetgilin horozunu işittim. düğüne saatler kalmıştı hazırlanmalıydım. ne de olsa geri dönüş yoktu, köye daha fazla rezil olmamalıydım. zaten iğrenç ilişki yüzünden rezil olmuştuk, birde gelin isteksiz demelerini istemedim. bütün bu ibnelikere, riyakarlığa, azgınlığa rağmen gülmeliydim. sikilecektim ama gülmeliydim..

bu güne sevdiğim kızla evlenecek olarakta uyanabilirdim ama gelin olarak uyanmıştım. sikmeye gidecekken sikilmeye gidiyordum. hiçbirimiz, hayalimizdeki insanın hayalindeki insan değiliz sanırım. boyun eğecek erimi mutlu edecektim. insanlık gözlerimin önünde uçurumdan düşüyordu. devletten beklediğim askeri operasyonda gerçekleşmemişti. amerika er rayn’ı kurtardığı gibi, benim devletimde beni kurtarır sanmıştım. ama devlet çocuk istiyordu. oysa doğuramazdım ben, dinletemedim.

öğleden sonra hazırlıklara başladık…

straplez bir gelinlik almıştık. beli biraz sıkıyordu ama dayanabilirdim. annem giymemde yardım etti ve hiç durmadan ağladı. nasıl ağlamasın, aslanlar gibi oğlunu kendi eliyle sikilmeye gönderiyordu..

size sorarım analar!
size sorarım babalar!

siz evladınızı sikilmeye gönderir misiniz?

töreyse evet..

her şey hazırdı.

kapıda davullar gelin alma türküleriyle köyü inletirken evden ağıtlar yükseliyordu. kocam olacak adam beyaz bir atla beni almaya geldi. beni ata bindirdiler. olayı izleyen komşuların arasında kusanlar, lanet edenler ayılıp bayılanlar oldu. haklılardı.. bir kaç saat sonra köyle iki erkek gerdeğe girecekti..

onlar iğreniyordu tamam ama ben ne yapacaktım..? asıl iğrenmesi gereken bendim. amcamın oğlu içimde gezecekti, türlü türlü fanteziler uygulayacaktı. yüzüme patlayacak, banyoda kendini keseletecekti.

çocukluğumdan beri tanırım, pis herifin tekidir. kokusundan yanında durulmaz bir yapısı var. sivilceli yüzü, kepekli saçları ve yağlı teniyle altına yatılmaz bir adamdı. hem ibne hemde iğrenç bir hayattı anlayacağınız.

ata bindim, düğün alanına yol aldık..

bu iğrençliğe katlanamazdım. bir plan yapıp götümü oydurmaktan kurtulmalıydım. kafamda bin bir plan dolaşmaya başlamıştı bile..

evet. ne olursa olsun kendimi düzdürmeyecektim.

aslında plan basitti. sonuçta bir atın üzerindeydim. neden bir atla kaçamayayım diye düşündüm..

sonuç olarak at ile ülkeler fetih edilmiş, asırlarca yük taşınıp ticaret yapılmıştı. bu beyaz hayvan insanlığı nasıl kurtardıysa benim götümü de kurtarabilirdi..

planım şuydu;

yol ayrımına gelince damadın sırtına tekme atıp atı dehliyip son sürat köyden kaçıcaktım ve otobüs terminaline kadar durmaksızın bir yıldırım gibi ilerleyecektim. yoluma çıkan engeller korkular beni yıldırmamalıydı, mevzubahis götümdü..

bahsettiğim yol ayrımına gelmek üzereydik. arkamda kalabalık, önde davul zurna, aralarında biz vardık. atın yularını eşim olacak götçü amcaoğlum tutuyor, arada bana dönüm pis pis sırıtıyordu. gülecekti tabi ki.. bu sıfata eşşek bile verseniz sikeceği için mutlu olur gülerdi.

o kısa mesafede hayatımı yargıladım.. pişmanlıklar denizinin biletsiz yolcusuydum. kader beni önce fakirlik içinde süründürmüş ardından töreyle sarmıştı ve şimdide çayır cayır sikecekti… sistem bozuk aga dedim kendi kendime. düzeltecektim. benim bedenim, benim kararımdı. töre sikilmeme karar vermemeliydi.

artık dünyanın adaletine küfür etmeyi bırakmıştım zaten öyle birşey yoktu.

yol ayrımına geldiğimde damat beye seslendim yanıma yaklaştı bişey söylicek gibi eğildim ve gözüne parmak attım. bu parmak göre yiyeceğimin intikamıydı. birden geri çekilmeye çalıştı ama tekmeyide attım yıkıldı pezevenk.

deh dedim kır at, koş ki yırtılmasın göt zarımız.. at anlamıştı sanki halimi.. delicesine koşuyordum.. son kez ardıma dönüp baktım.. o sapkın, o homoseksüel kalabalık hayretle gidişimi seyrediyordu.

töreden kaçıyordum, her adımda namusumu kurtarıyordum tozlu yolda yitip giderken..

bir daha dönmemek üzere batan güneşe doğru hızlıca yol alıyorduk. duvağımı çıkarıp attım, yüzümdeki makyajı elimle sildim. bir erkeğe yakışmayan şeylerdi nitekim.

büyük şehire gidip yeni bir hayat kurma hayalleri gözlerimin önünde raks ediyordu.. ben hayallerimi süslemeye devam ederken birden sarsıldım.. evet kır ata bişey olmuştu. bayağı yol almıştık anlaşılan yorulmuştu. hemen bir dere kenarında durdum. namusumu, bedenimi bu aymaz halkın elinden kurtaran yegane canlının acı çekmesine göz yumamazdım…

inip hemen atı inceledim.. acı çekiyordu belli. sol ön bacağın çapraz bağlarında yırtılma tespit etmiştim. bu tıbbi terimi de köy kahvesinde maç izlerken duymuştum. o an uygun geldi ne bileyim.

at gözlerime bakıyordu “sende beni kurtar” der gibiydi..

nasıl yapacaktım ki.. zira bir sedye, neşter, röntgen cihazı, hepsini siktir et bir anestezi aletimiz bile yoktu. kan gerekse hastayı kaybedecektim. o an elde olan bulgular ve içinde bulunduğumuz tıbbi yetersizlik nedeniyle ameliyattan vazgeçmek ve islama yönelip dua etmeyi tercih ettim.

bildiğim sureler çapraz bağlara etki etmemiş olacak ki kır atım daha çok böğürmeye başladı. ormanın ortasında yaralı bir at ve gelinlikli ben, kalakalmış çaresizce çare arıyorduk.

bir kez daha nalet ettim insanlığa, doğduğum güne, beni bu gelinliğe sokan sisteme, imf ye, kayıp kıta mu ya bile..

ne istediniz lan bizden.. tanrım dedim “eğleniyor musun”..

kaçarsam at sikilecek, dönersem ben…

karar vermiştim orada.. dönemezdim. bu yiğit götümün kahramanı dostumu bırakıp gitmeliydim.. o beni bırakmamıştı evet, ve bu yaptığım ihanet gibiydi dışarıdan görenlere. ama değildi inanın.. çünkü o da gözlerime git der gibi baktı. ” git yoksa sikecekler..”

ormanın ortasında gelinliğimle kahramanımın önünde diz çökmüş ağlıyordum.. kapitalist sistemden bir at ile kaçamazdım doğru, ancak taşıttan ziyade bir dostu piç gibi bırakıp gitmek insanlığa, onura ve değerlere tersti..

ağaçlar yüzünden ormanı göremiyordum. siktiğim yerinde ne gerek vardı bu kadar ağacın. kaybolmak farz olmuştu zaten..

dostumu alnından öptüm. elveda kahramanım.. beni bu azmış göt sevdasıyla kavrulan güruhtan çekip aldın… belki bir gün cennetin bahçelerinde karşılaşırız.. tıbbi yetersizliğim için affet beni.. elveda.

kararan ormana daldım.. yol uzundu ve yürümek sistemin çarklarından kurtulmanın tek çaresiydi. belki bu yolda ölecektim ama umrumda değildi. sonuçta herkes ölürdü, ama herkes gerçekten yaşamazdı..

güneş battığında, ormanın ortasında gelinlikle çaresizce bir köşeye sindim.. uyumalıydım. götü kurtarmanın sevincini iyi bir dostu kaybetmenin üzüntüsü silip atmıştı. muhtemelen aranıyordum da.. o göt sevdalıları peşime düşmüş olmalıydılar. sabah erkenden kalkıp kurtuluş yolculuğuma devam edecektim..

güneşin ilk ışıltılarıyla uyandım..

ezan ve horoz sesinin yerini kuş cıvıltıları almış, türlü türlü böceklerin sesleri ormanı pazar yerine çevirmişti. acıkmıştım da.. anamın tarhanasını özledim, ama beni sikilmeye kendi elleriyle hazırlayan bir annenin çorbasını asla içmeyecektim. zaten istesem de annem ağacın arkasından bi tas çorbayla çıkıp ” al oğlum yarraktan iyi kaçtın iç kendine gel” diyecek bir durum yoktu.

çaresiz kalktım ve ağaçlara dadandım. elma armut ne buldumsa yedim..

karnımı doyurmuştum. artık yerimi belirleyip yoluma devam etmeli ve bu köhnemiş insanı mal eden yerel yönetimden iyice uzaklaşmalıydım.

otobüs terminali 800 doğu meridyeninde, bulunduğum yer ise 500 doğu meridyeninde yer almaktaydı.
buna göre;
80 – 50 = 30(meridyen farkı)

30 x 4 = 120 dk ( zaman farkı ) 2 saat
10 + 40 = 50 ( meridyen farkı )

50 x 4 = 200 dk ( zaman farkı ) 3 saat 20 dk

evet 3 saat 20 dk yürümeliydim özgürlük için…

gelinliğimi elimle topladım ve koşmaya başladım. hiiiç kusura bakmayın giyicek başka bişeyim yok.

çılgınlar gibi koşarak çizdiğim rotadan ilerledim..

saptadığım zaman içerisinde şehire inmiştim. artık bana dikkatle bakan gözleri fark edebiliyordum.. kimse derdin nedir diye sormadı. hepsi güldüler, acıyan gözlerle baktılar halime.. kimse satılan, değersizce kurban verilen biri olduğumu düşünmedi. param yoktu, sadece anamın taktığı bilezik vardı.. evet birde bileziğim vardı.. ibneliğin dibiydim o an..

kuyumcu buldum çarşıda. hemen içeri girdim. deli sandılar beni.. durumu anlatıcak vakit yoktu bileziği verdim hemen.. 350 lira ile çıktım oradan. yine gelinliğimle koşarak terminale yol aldım. kahkahaların içinden umarsızca sıyrılıp geçtim.

ismi lazım değil bir firmanın şubesinden bilet talep ettim.. istanbul’a lütfen…

otobüse bindim..

ben otobüse girer girmez bir sessizlik kapladı her yanı.. acıyarak bakan babalar, çocuğunun gözlerini kapayan anneler ve gülüşen kevaşeler vardı. bağırmak istedim o an.. hiç mi ibne görmediniz diye. ama gerek yoktu.. ben bu topluma cezasını önemli bir kimse olarak verecektim.. evet mühim biri olacaktım.. herkes tanıyacaktı beni.

ben gelin değil, bir aktivist, bir iş adamı, bir siyasi olacaktım.. zaten siyasi olmak için içinde bulunduğum ibnemsi şartlar bile yeterliydi zira.

otobüs bilinmeze hareket etti..

cam kenarında kaçtığım toprakları izlemeye koyulmuştum artık. beni satan ailem, homoseksüel amca oğlum, yiğit kır atım geride kalıyordu.. yolun beyaz şeritlerini izlerken ağlayarak uykuya daldım…

uyandığımda ismi lazım değil bir ilçemizde otobüs tesislere girmişti. derhal bu üzerimdeki gelinlik ve topuklu ayakkabılardan kurtulmalıydım. zaten başıma başka homofobik dertler açabilirdi bu giyim türü..

hemen indim, akşamdı. muavin 20 dk sonra hareket edicez dedi. cebimde 300 lira ile ufak tefek giyim ve süs eşyaları satan bir dükkana daldım

oha bakışları fark ettim hemen. bir sessizlik bürüdü dükkanı. zaten bu halimle nereye adım attımsa şeytan görmüşe dönüyordu herkes. direk hiç desen model gözetmeksizin bir kot, bir gömlek ve ayakkabı aldım.

dışarı çıktığımda normal bir erkektim. evet evet.. erkektim. benden günlerdir alınan erkekliğimi artık geri kazanmıştım. acıyarak bakan gözler artık üzerimde değildi. önce bu azmış halktan götümü, ardından erkekliğimi kazanmıştım.

otobüs tekrar hareket etti. özgürlük yolculuğuma artık yeni erkeksi görüntümle ve gözlerimde geleceğin umutlu parlaklığıyla devam ettim. ama bırakmazlar amına koyim.. bir saat geçmeden otobüsü jandarma çevirdi. ne kimlik var ne başka bişey… vatandaş olduğuma dair tek bir belge tek bir emare yok. sikerler adamı, sikerler. zaten benim kaderim bu..

iki asker otobüse bindi.. baştan kimlik sorgusu yaparak geliyorlardı. çaresizlik bir daha sarmıştı beni. kaçacak herhangi bir at, eşek, zebra falanda yoktu.. sıra bana geldi..

- kimlik lütfen
- …
- size diyorum kimlik lütfen!
- abi yok evde kalmış yea..
- in lan aşağıya!

bütün otobüs bir ibnemsiden kurtulmanın ferahlığıyla bakıyordu gidişime. karakola götürüldüm. kimlik numaramı söylememle ağzıma sıçılması bir oldu.

- asker kaçağısın..

nasıl olurdu.. nasıl yapılırdı bu bana.. daha yeni esaretten kurtulmuş, yeni bir hayata bilet almıştım.. yaşım henüz 22, nolcak yani 2 sene kaçmışsam.. hem gel dedinizde gelmedim mi.. evrak bile göndermediniz. hem ben erkek erkeğe evlendirilirken, götüm gümüş tepsilerde sunulurken sesiniz çıkmıyordu, şimdi mi kıymetli olduk..

sistem hakikaten sikiyordu aga..

tamam asker abi dedim. alın beni. alın tepe tepe kullanın. tek isteğim gelinlik giydirmeyin.

ertesi gün askerlik bürosunda ifademi aldılar, ardından hastaneye götürdüler. sağlığım yerindeydi. askerliğe el verişliydim.
evet. kaçtığım için sağlığım yerindeydi. eğer kaçmamış olsam bu sabah kanlar içinde yatakta uyanacaktım. yürüyemeyecektim. göt çeperime dikiş atılacaktı belkide.. ama kaçtım. şimdi sikme sırası devletteydi.

hastanenin ilaç kokulu soğuk koridorunda iki inzibat il e beklerken düşündüm.. reailst olmak gerekirdi biraz.. bu başıma gelmişti ve yaşayacaktım. ruhsuz olmalıydı birazda. hayat gerçekçi yönlerini sunuyordu bir şekilde. bir zamanlar sapanla kuş avlayan, topaç çeviren o mutlu çocuk büyümüştü, büyümüş ve töreden kurtulmuştu. o çocuk götünü kurtarmıştı ve şimdide bu zor sürecide atlatabilirdi. ne kadar zor olabilirdi ki…

kamuflaj, bot, şapka, spor malzemeleri, temizlik malzemeleri, askerin el kitabı.. tutuşturdular elime. yeni dünyada küçük bir tur atıldı tanıtım amaçlı. sanarsın ki paris moda haftasında kış kreasyonu tanıtılıyor.

tamam dediler zıbarın artık.. yatak yumuşaktı da, evi gibi olmuyor insanın. taşta yat ama evinde yat daha rahat uyursun. ağlayanlar mı dersin osuranlar mı dersin. savaş sınırda değil 510 kişilik koğuşun götündeydi. rpg sesi çıkaranlar vardı bi parmak göt deliğiyle. üstelik alt ranzamda yatan piçin ayakları kokuyordu. öyle böyle değil. geçen tertipten öldü de burada unutuldu sanırsın.

bana göre değildi. kapatılmak zor geliyordu. bir plan daha yapmalıydım. kaçacaktım.. yine kaçacak ve özgür olacaktım.

sabahın 4 ünde ranzayı tekmeledi bir rütbeli. rütbeli diyorum çünkü rütbesini tam olarak bilmiyorum. üstelik bilsem ne geçecek ki elime ne de olsa herkese komutanım diyoruz. bizim için kimin ne başı olduğu önemli değil, bizim ilgimizi teken tek baş 15 ay kapsamında içimize kaçan başlar toplamı.

kalk dedi koğuş ağası edasıyla.. sıraya gir.. hepimiz dizildik ranzaların önüne. yalın ayak donlarla dışarı çıkarıldık.

yat dediler yattık, kalk dediler kalktık. koş deyince de koştuk doğal olarak. hiç birimiz neden demedik..

çok garip her şeyi yargılayan insanoğlu üniformayı giyince bitki oluyor, yargılamadan yüzünü güneşe dönen ayçiçeği gibi komutanına dönüyordu.

saat 8deki kahvaltıya kadar sürdü bu gariplikler silsilesi. yorgun düşüp dizlerinin üstüne çökenler küfür yedi. anlaşılan burada da kocamız bu komutan olacaktı. üstelik tellerle çevrili bir kafeste yargılamadan, sormadan, yorulmadan kocamıza hizmet edecektik. kalk derse kalkacak, yat derse yatacaktık.. önümüze koyulanı yiyecektik.

bir gün öl derse emredersiniz deyip ölecektik.

fakat bu ölüm kısımında tek emirlere uyan biz olmayacaktık, sizde öğretildiği gibi vatan sağ olsun diyeceksiniz.

1 haftayı nasıl ettim bilmiyorum..

iyi bir asker olmayı isterdim, evet.. ama gitmek istiyorum. kaçacağım demiştim.

ancak iyi bir plana ihtiyacım vardı. hikayeyi okuyanlar kır atımı bilirler. burada o da yok. çelikten ağır taşıtlar var. sanırım bu şeyleri kullanabilirim. ama yakalanırsam bu sefer askeri mahkeme beni siker anamı dağa kaldırır. ama yakalanmazsam beni sikemez, sadece anamı dağa kaldırır.

zpt denen taşıtlar var burada. zırhlı personel taşıtı demekmiş. 4 tekerli koca alamet bir şey. içinde gide gele kaptım çalışma prensibini. traktörden hallice bir alet. direksiyon yok, iki kol yardımıyla sağa ve sola yön veriliyor. yaparım lan dedim neden olmasın. ama yapmışken iyisini yapayım. gzpt çalayım.. gelişmiş zırhlı personel taşıyıcı.. olmuşken gelişmişi olsun diye düşündüm. ikisininde cezası aynı nitekim.

hem gzpt geliştirilmiş süspansiyon sistemi, personelin rahatına yönelik havalı amasörler, abs, asr, airbag ve güçlendirilmiş 800 hp dizel motoru ile beni cezbetmişti.

bunu size niye söylüyorum ki mk. siz kaçışa odaklanın..

gzpt yi bilmeyenler olabilir.
http://img421.yukle.tc/image.php?id=782acvs_11.jpg

gece herkes uykuya daldığında sinsice kalkıp garaja gittim. kimseler yoktu.. içim içime sığmıyordu. nöbet kulubelerinden ateşe tutulabilirdim ve ertesi gün tvde beni eğitim zaiyatı olarak görebilirdiniz. ama tedbirliydim, akşamdan nöbetçi kulubelerine playboy dergileri bırakmış ve izlenme oranımı en aza indirmiştim.

gzpt nin içindeydim artık.. kontağı çevirmemle bir gürültü koptu.. sanırım bütün birlik uyanmıştı.. birazdan ordu teyakkuza geçecek, bakanlar kurulu toplanacak, başbakan bıçak kemiğe dayandı açıklaması yapacaktı.

gaza yüklendim. çılgın atıyordum, son sürat birlikten dışarı attım kendimi.. artık yeni atım buydu..

birliğim erzurumda olduğundan kuru kuru gitmek istemedim.. ülkemizin içinde bulunduğu çalkantılı durum, komşu ülkelerle toprak anlaşmazlıkları ve rusya nın doğalgaz politikasını gitmeden önce çözmeye karar verdim. bu da ülkeme son hizmetim olsun’du.. neticede ibrahim tatlıses in vergisiyle alınan bir taşıtı çalmıştım. depoda doluydu. hak geçsin istemedim.

erzurumdan bastığım gibi direk ermenistana girdim.

erivan da bulunan trt ermenistan radyosunu ele geçirmek için harekete geçtim. gzpt nin anahtarını vale ye verip 20 lira toka ettim eline. radyoya üniformayla girdiğimi gören ermeniler hemen “dedelerimizi neden öldürdünüz” falan diye sormaya başladılar. sizle uğraşamam orospu çocukları hep aynı sorularla gelmeyin deyip yayın stüdyosuna girdim. mikrofonu kapıp; “ermeniler akıllı olsun” dedim.

bu göz dağı onlara yeterdi..

artık rusyaya doğru hareket ediyordum.. putinle görüşmek üzere sınırın 10 km ötesinde çeşmenin oraya park ettim. elime yüzüme su vurdum ki putin geldi. selamlaştık, eli boş gelmemiş sağolsun. annan planından konuştuk biraz. bak dedim gazı kesip duruyosunuz nedir derdiniz? zaten bizde başka alan yok orospu çocuğu uçup gidicek depolayamazsın delikanlı adamsın yapma dedim. abi şöyle böyle başladı bu.. ağır konuştum. gazınızıda karınızıda zorla alırız büyütme dedim. tamam dedi döndü gitti.

burada işim bitmişti.

şırnağa gelip bir kaç örgüt kampı bastıktan sonra kayseriye geçtim. 50 liralık mazot aldım. meret çok yakıyordu. antalya daki çıplaklar kampını basıp oradakileri islama davet ettikten sonra bulgar sınırına dayanmıştım akşam saatlerinde.

buda yol haritam.
http://img420.yukle.tc/image.php?id=4651turkiye.jpg

bulgar sınırında durdum. bir dostluğun daha bitme vakti gelmişti. alışmıştım artık işim bitince dostlarımı yarı yolda terk etmeye.. sevgili gzpt, artık ayrılık vakti. seninle bu sınırı geçemem, ayak bağı olursun…

sende benim hayatımda unutulmaz biri oldun, rüyalara giren ak sakallı dedenin arkasında yanan nur gibi yeşilini unutmayacağım. 50 liralık mazotla beni çok taşıdın hakkını helal et. belki bir gün bir savaş meydanında, bir çıkarma gemisinde ne bileyim belkide oto sanayide karşılaşırız. kendine iyi bak..

farlarını öptüm, zırhını sevdim ve arkamı dönerek gözlerimdeki yaşla sisin içinde kayboldum…

bulgarlar sınıra mayın döşemişlerdi. geçmek zorlu ve çetindi. düz mantık yaptım. köyde tarladan geçerken mansullere basmayalım diye kıyıdan kıyıdan giderdik. bu sistem burada da geçerliydi neticede bu da bir tarlaydı. kıyısından ilerledim, artık bulgaristanın iç kesimine, geniş meralarına, dik çatılı evlerine doğru yürüyebilirdim. yeni bir hayat başlıyordu. ingiltere ye kadar yürümem gereken uzun bir yol vardı. başıma neler gelecek bilmiyordum…

akşam saatlerinde sofya ya varmıştım. ilk defa yurt dışına çıkmış biri nasıl olabilir ki.. çıplak hissediyordum kendimi. korkarak yürüyordum sokaklarda. aslında her şey bizim ülkemizde ki gibiydi. sadece sokaklarda polise molotof atan orospu çocukları yoktu burada. birde çarşıda pazarda fiyatlar çok ucuzdu.. bizi ülkemizde yıllarca “avrupa çok pahalıymış portakalı tek alıyorlarmış” diye sikmişler meğer. burada fileyle bir dolara pazar görüyordu insanlar. korkutma politikasının ülkemizde ne denli aktif ve etkili olduğunu burada daha iyi gördüm.

üstelik misafirperverlik olayında level atlamışlar, yabancının yüzüne gülme konusunda mastır yapmışlardı. pazarda ikram edilen çilekleri unutmayacağım.. unutmayacağım çünkü bulgar polisi beni yakaladı..

karakoldaydım..

kimlik vs. olmadığından sorun büyüktü.

garip garip konuşuyorlardı anlamıyordum ilginç kelimeler yığınıydı hepsi. napıcağımı şaşırdım. bir şeyler yapmalıydım aciliyetle. burada işçi olduğumu falan düşünürlerse beni bırakırlardı.. evet iyi fikir gibiydi. iyide nerede çalışıyordum ki.. bir firma bir işletme adı lazımdı..

düşündüm,, düşündüm… evet evet aklıma geldi şimdi.. ışıl ışıl bir bar görmüştüm, oranın adını anımsar gibiydim.. daha doğrusu yazabilirdim çünkü okunuşunu bilmiyordum.

masada duran kağıt kaleme uzandım ve tabelasını gözümde canlandırdığım barın adını yazdım.. хомосексуалист

polisler şok geçirdiler.. meğer orası bir gay barmış ve “хомосексуалист” homoseksüel demekmiş..

allah belamı versin dedim. ibnelikten yine kurtulamadım…

beni sınır dışı ettiler. yunanistana sürüldüm çünkü ibnelerin ülkesi orasıydı..

“belki de her okuduğun romanda kahraman olursun..
ama en çok kendi hikayende yorulursun..” demiş p. somerson abimiz.

çok doğru demiş aslında. kendini başkalarının yerine koymak kolaydır. ne bileyim kürşat olup çin sarayını basmak, amstrong olup uzayda tepinmek.. kendini istediğin yere yerleştir, limit ve sınır yok. üstelik ücretsiz.. kredi kartına taksit şart değil. ancak neticede ne kadar sığ ve gereksiz görseniz de kendi hikayeleriniz en güzelidir içinizde bir yerlerde. başını sonunu bilirsin. senindir. sen yorulmuşsundur senin için.

şimdi kendi hikayemde bir başka yorucu serüvene geçmiştim. bob marley reyizin bir vecizesi geldi hatırıma; yaşadığın hayatı sev, sevdiğin hayatı yaşa.. yapacaktım evet.. ama bu ibneler diyarından sağ salim çıkmam gerekiyordu evvela..

çalışmayıp ülkesini batıranlar topluluğuna dalmıştım artık. 10 milyon kişi kıçını devirip yatmış, devlet ise napıyon lan çalış ekmeğini kazan dememişti. dahası işsizlik maaşı alıyordu ülkenin zenginleri bile. anlayacağınız dilenciler ülkesiydi burası.. avrupanın kapısında el açan yaşlı sakat ihtiyardı. anasını siktiğim yavşakları. ama hiç bir şey kaybememişlerdi kansızlıklarından şerefsizliklerinden.

ibneliğin boyutlarını anlatmak isterdim, velakin kelime dağarcığım bu denli gelişmedi henüz. size şunu söyleyeyim, eğer parkta bir bankın üzerinde uyumaya kalkarsam, köyde olmayan burada olacaktı kesin. sokakta öpüşen adamlar, adım başı gay barlar, çalı çırpının içinde saksoya dalmış arsız homolar.. koca ülke birbirini sikiyordu.

kaçtığım düzenin kalesine gelmişim meğer.

biraz kaçmak diye bir şey yoktu. ya tam kaçacaktım ya da böyle sürünecektim.. düşündüm! hata neredeydi? neden sürekli aynı kapana yakalanıyordum ki? eşek bile aynı çukura iki kere düşmez diye bir laf vardır bizde, işte ben eşekliğin kralını yapmış aynı çukura defalarca düşüyordum. yılmış değilim hayır en büyük güç umuttur zaten. bu sikko yerden de kurtulacaktım ama bu defa kararlıydım. gideceğim yeri ve yapacağım işi bilecektim. hedefsiz geminin amına rüzgar koyuyordu. acil hedef gerekliydi.

terkedilmiş ya da iflas etmiş bir fabrikanın makine dairesinde uykuya daldım..

rüyamı eski bir dost süslemişti. dost demek ne derece doğru bilmem tabii.. kaderine terkettiğim kahraman kır atım.. sislerin içinden çıka geldi.. sarıldık öpüştük. özlemiştik birbirimizi. oturduk dertleşmeye başladık.. benim kaçışımdan kısa süre sonra homoseksüel kalabalık atımı bulmuş ve ona türlü işkenceler yapmışlar, sakat demeden defalarca tecavüz etmişlerdi. işleri bitince de kesip ismini vermeyeceğim ünlü bir et ürünleri firmasına satmışlardı. kır atım şuan marketlerin et reyonlarını, “helal et %100 dana eti” adı altında süslüyordu.. bir hayli dertleştik..

kır atım anlatmaya başladı; emin bak, böyle olmaz. kaçarak özgür olunmaz. bu insanlar seni sikmek istiyor tamam biliyorum. ama ülkene dönmelisin. avrupa ekonomik çalkantıda. euro bölgesinde büyük bir çöküş bekleniyor. merkel yardımı kesecek, yunanistan eurodan çıkarılacak. savaş kapıda ve vergi oranlarında ciddi artışlar bekleniyor. halk galeyana gelicek ve avrupa çökecek. dedi… bir at için çok bilgili ve dikkat çekici bir konuşmaydı..

siktiğim yunanistanı yardım dilene dursun bende dönmeye karar verdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder