Pcsibozulanadam olarak sizi karşılamaktan onur duyarım efenim :D

2 Ocak 2013 Çarşamba

türkiyede aksiyon arayışım

Yine her zamanki gibi sabahın köründe, pek de kalabalık olmayan o demirden araca binmiştim… etrafta kasvetli bir sessizlik vardı… ne bir bebek ağlıyor, ne bir nene romatizmalarından şikayet ediyor, ne de bir metalci kulaklık olarak gözüken araba teybiyle ortalığı inletiyordu…

bu sessizlik bana huzur verdiği kadar tedirgin de ediyordu… çünkü ters giden bir şeyler vardı…

önümdeki kel amcanın yanında güzeller güzeli bir üniversiteli kız kafası vardı… üniversiteli kız kafasını, at kafasını ve ot kafasını nerede görsem tanırım…
etrafıma baktım. bu kadar boş yer varken neden bu kız bu kel ihtiyarın yanında oturuyordu?
üstelik hava da soğuktu ve kelin ne kafasında ne de elinde bere benzeri bir şey vardı…
bu onun uzun zamandır kel olduğunu gösteriyordu…

belki de kızıdır dedim kendime… ama kızı olsa aralarında ufak bir konuşma geçmez miydi?
kız arada kafasını ihtiyarın omzuna koymaz mıydı? veya kız telefonuna gelen mesaja bakarken, ihtiyar çaktırmadan okumaya çalışmaz mıydı? iki yabancı gibiydiler ve ben bu işten ciddi ciddi kuşkulanmaya başlamıştım…

kuşkulu gözlerle ikisinin de davranışlarını takip etmeye başladım… ki zaten yapacak başka bir işim de yoktu o an… bir durakta durduk, o an inecekmiş gibi kalktım ve ikisini de daha rahat görebileceğim bir koltuğa oturdum… şansım varmış ki bu hareketimi fark etmediler. önceki yerimde otururken arkamda oturan 60lı yaşlarda, torununu okula götüren teyze hariç… o her şeyi gördü ve suratıma “beni kandıramazsın.“ der gibi bir ifadeyle baktı. işler yolunda giderse sonra bu işin de icabına bakmalıydım…

ben bu düşünceler içerisindeyken kız çantasından çıkardığı müzik çaların kördüğüm olmuş kulaklığını çözmeye çalışıyordu… yanındaki ihtiyarın yardım edip etmeyeceğini merak ediyordum, babası olsaydı ederdi… bundan emindim…

etmedi… yoksa kuşkularımda haklı mıydım? o kız, o gencecik ve güzel kız bir rus muydu? ülkesinden zorla getirilmiş ve burada ücret karşılığı erkeklere mi pazarlanıyordu? normal davranması için kaç kere dayak yemişti kim bilir…

kulaklıklarını taktı ve play tuşuna bastı, sağ elinin o zarif ve ince baş parmağıyla…
müzik tüm koridoru sardı, hafif bir müzikti, evet evet piyanoydu… klasik müzik dinliyordu güzel kız… ve ben daha önce klasik müzik dinleyen bir türk kızı tanımamıştım… tanrım neler oluyordu?!

türk olmadığına emin olmak için bir şeyler yapmalıydım ama ne?
düşünemiyordum çünkü korkuyordum… bu bilgileri öğrenmem benim ve ailemin hayatı için tehlike demek oluyordu… ama bu işe girmiştim bir kere, jason statham olsaydı geri adım atar mıydı? kesinlikle atmazdı… bütün statham filmlerini gözümün önünden geçirdim ve yeterli gazı aldım… şimdi düşünebilirdim…

buharlaşan cama kafamı dayayıp, türk kızlarını düşündüm… belirgin özellikleri neydi?
yağlı saçları? bu kızın saçları hiç yağlı gibi durmuyordu, ama bu yeterli bir kanıt değildi.
sakalları? yüzünde bir tek tüy tanesi bile yoktu kaşları hariç ama bu da yeterli değildi.

başka bir şey olmalıydı, kafamda şüphe bırakmayacak bir şey, ama neydi o şey?
cebimden çıkardım rocco şekeri dilime yapıştırdım ve düşünmeye devam ettim. rocco işe yaramıştı, evreka!

kızla göz göze gelmeye çalışacaktım… planımın ilk parçası buydu…

bunun için hazırlık yapmaya başladım. şiddetli bir şekilde hapşurmalıydım. eğer kulağındaki piyano sesini delip duyma merkezine ulaşabilirsem belki refleks olarak bana bakmasını sağlayabilirdim. bu sayede de planımın ikinci aşamasına geçebilirdim. ama nasıl hapşuracaktım?

üzerimdeki montun iç tarafı yünlüydü. elimi atıp ufak bir parça kopardım ve burnumu gıdıklamaya başladım. kısa sürede işe yaramıştı, hapşuruk tüm vücuduma hükmediyordu. yüzüm garip hallere girdi ve ağzım açıldı ve tüm gücümle “davaaaayyy“ diye hapşurdum. evet yanlış duymadınız, davay diye hapşurdum. davay rusçada bildiğim tek kelimeydi, hadi demek oluyordu. yani `davay davay davay` `hadi hadi hadi` demek olduğunu kavrayıp oradan onu teke indirdim. güzel bir filmdi, anmadan geçmeyeyim…

başımı kaldırdığımda tüm metro bana bakıyordu ama kız ve kel hiç oralı olmamıştı…
bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim zaten, bir daha denedim, sonra bir daha ve bir daha ve bir daha…hapşuruk anında kalp bir anlık durur derler, hatta o yüzden çok yaşa denirmiş. o dakikalar içerisinde kalbim 5 dakika kadar durmuştur. bunu iddia edebilirim, hatta gittim geldim.40 ya da 41. seferde beklediğim olmuştu… kız o melekleri kıskandıracak güzellikteki yüzünü bana doğru çevirdi. hemen planın ikinci aşamasına geçtim ve ona bakarak gülümsedim.
ve o da bana gülümsedi!! işte aradığım buydu, bu kız türk olamazdı. birazdan dünyanın ortadan ikiye yarılacağına inanabilirdim ama artık o kızın türk olduğuna inanamazdım.birazdan son durağa gelecektik, sonra ne olacaktı? o kızı, o zalim adamların elinden kurtarmalıydım. canım pahasına da olsa bunu yapacağıma yemin ettim ve buharlı cama imzamı attım. torunlu teyzeyle göz göze geldik o an. sanki benimle gurur duyuyormuş gibi bakıyordu. hayatım bu andan itibaren değişiyordu. artık bir amacım vardı…
cebimden çıkardığım rocco kutusunu avucumun içine alıp sıktım… kameralar avucuma ve oradan yavaş yavaş, sinirlenmiş ve gergin bir yay gibi gözüken suratıma gelmiş ve orada sabitlenmişti… bu bir film olsaydı böyle olurdu en azından…metronun durmasını bekleyemezdim, bu cennetten kaçmış gibi güzel olan kızın, o kel ve muhtemelen kendi annesini de böyle çalıştırmış adamla beraber gitmesine seyirci kalamazdım… yerimden kalkıp, kulağımda keskin bir elektro gitar solosuyla adım adım esrarengiz ikiliye yaklaştım ve karşılarına dikildim… şaşkın gözlerle bana bakıyorlardı.o sırada adamın bacaklarının arasındaki file torba dikkatimi çekti… içinde limon vb şeyler vardı… normal bir insan gibi gözükmesini sağlayacak bu ince detayı kullandığı için, içimden saygılarımı sundum kel ihtiyara…
hayatını amerikanın en boktan hapishanelerinde geçirmiş, sikilmiş, sikmiş, defalarca uyuşturucu bağımlısı olmuş, komaya girip çıkmış ve hatırladığı 10 tane cinayeti olan bir adam gibi baktım yüzlerine… doğal olarak korktular, korktuklarını adamın bana değil de dışarıya baktığından anlamıştım… yüzüme bakacak cesareti yoktu…kızı kolundan tutup kendime doğru çektim. ”bugün şanslı günündesin, seni özgür bırakacağım.” dedim. bir an ortalıkta soğuk rüzgarlar esti. metrodakilerin alkışlarını kulaklarımda duyar gibiydim… kız anlamsız bakışlarla ayağa kalktı… o sırada ihtiyar elini beline doğru götürdü, ani bir hareketle dizimi alt dudağının bitip çenesinin başladığı yere geçirdim. o sırada duran metro benim için büyük bir şanstı. kızı kolundan çekerek kapıya doğru sürükledim. ihtiyarın cama vuran kafası kanıyordu, ateş etme olasılığını göz önünde bulundurup metrodan indiğim gibi kıza çelme takıp yere düşürdüm ve üstüne yattım. ve metro hareket etti…bir kızın, genç ve güzel kızın hayatını kurtarmıştım. dünyanın bütün mutluluklarını vücudumun her santimetre karesinden hissediyordum. gurur dolu bir hareketle ayağa kalktım ve kızın kalkmasına yardım etmek için elimi uzattım. ağlıyordu…mutluluk gözyaşları…benim de gözlerim doldu o an… aniden uzattığım elime tokat atıp ”ya sen deli misin kardeşim, napıyosun sen ya aptal!” tarzı türkçe küfürler etmeye başladı ve diksiyonu çok sağlamdı. yani neredeyse türk olduğuna inanacaktım. ”böyle mi teşekkür ediyorsun” diyerek pantolonumdan taşmış gömleğimi düzelttim ve oradan uzaklaştım…
gururun verdiği orgazm duygusu yeni yeni geçiyordu… üzerine bir tane sigara yakmak farzdı artık. cebimden çıkardığım sigara paketimi kontrol ettim… o da ne, içinde bir tane kalmıştı. onu yakıp paketi yere attım ve bir tekel bayii aramaya başladım. sigaramın sonlarında bulduğum tekel bayiine girerken sigarayı attım.”bi paket camel soft alabilir miyim?” dedim. ama o anda fark ettiğim şey, tüm vücudumu felç etmişti adeta… bir sorun vardı, ters giden bir şeyler vardı. o soğuk havada tekelcinin suratında boncuk boncuk ter damlaları parlıyordu. bunun sebebi ne olabilirdi ki?
evet, ilk aklınıza gelen şey. uyuşturucu kullanmıştı. ve kendisi tekel bayii olduğu için de mutlaka bunu liseli çocuklara satıyordu. gencecik hayatları yok ediyordu. titreyen elinden aldığım paketi cebime koydum, sigaranın parasını verip dışarı çıktım. ama hayır, gitmeyecektim. bu sorunu çözmeliydim, bu artık benim hayatımın amacıydı. bu bataklığı kurutmalıydım…bu düşünceyle bayiinin karşısındaki pasajın önündeki taburelerden birine oturdum. yan taraftaki çaycıdan bir tane çay söyledim ve bir sigara yakarak düşünmeye başladım…
bu işin ciddiyetinin farkındaydım… öyle metroda fuhuşa zorlayan kız kurtarmak gibi kolay olmayacaktı, biliyordum… ama ben artık eski ben değildim ve bir avuç uyuşturucu tacirine pabuç bırakamazdım… kafamdan bu düşünceler geçerken parmaklarımın arasında son nefesini veren sigara parmağımı yaktı ve ani bir refleksle yere attım… yarım kalan çayımı da fondipleyip parasını bıraktıktan sonra ayağa kalktım ve kollarımı iki yana açarak derin bir şekilde esnedim…bu hareketim aksiyondan önceki hareketimdi artık… benim adımla ve yaptıklarımla beraber anılacak… biyografimi okuyan ergenler tarafından taklit edilecekti… sağ elimi cebime sokarak tekele girdim…
adam oturduğu yerden kalkıp şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı. az önce sigara aldığımı hatırlıyordu. uyuşturucunun etkisindeki birinin hafızasının bu kadar kuvvetli olabileceğini düşünmezdim.’hayırdır kardeşim, bir problem mi var?’ dedi. hiçbir şey konuşmadan 20 senesini mafyanın içinde geçirmiş, her türlü çatışmaya girmiş, defalarca vurulmuş, akli dengesini yitirmiş ve 10 gündür sokakta yatan biri gibi baktım yüzüne…bu bakışım baştan aşağıya titretmişti tekelciyi… ‘konuşsana hemşerim, ne oldu?’ dedi sabırsız bir ses tonuyla… ”ne olduğunu sen daha iyi biliyorsun simon.” dedim.
”simon ne birader, haplandın mı, çık git şurdan!’ diyerek tezgahın arkasından çıkarak üstüme yürümeye başladı… haplandın mı!!! bu soru, bütün gerçekleri gün yüzüne çıkarıyordu. haplanmış birinin nasıl davranacağı konusunda engin bilgilere sahipti.
artık emindim ve yüzüne rengarenk bir balgam atıp, koşarak uzaklaştım oradan…nasıl olsa yerini biliyordum… benden kurtulamayacaktı…
yeteri kadar uzaklaştıktan sonra ilk bulduğum banka oturdum ve bir sigara yaktım… sigaradan çektiğim her nefeste daha derin düşüncelere dalıyordum… o tekel bayiine bir ders vermek zorundaydım. onun genç beyinleri, sırf para kazanmak uğruna zehirlemesi, hayatlarını yok etmesi cezasız bırakılacak bir şey değildi… ilk olarak polise haber vermek geçti aklımdan, yalnız polis işi yavaştan alırdı. kanıt bulmak için günlerce gözetleme, takip yapıp, daha sonra suçüstü yapmaya çalışırdı… bildiğim bir şey varsa, o da o kadar zamanımızın olmadığıydı. geçen her dakika bir çocuğun hayatı tehlikeye giriyordu ve ben buna göz yumamazdım…
sigarayı söndürüp, cebimden çıkardığım kalemle oturduğum banka ‘’show time’’ yazdım… kamera gözlerimdeki ifadeden kayarak yazıya zoom yaptı ve ekran karardı… yani film olsaydı kesin böyle olurdu…
önümden geçen simitçiden beş tane simit alıp ikisini yedim… kalanları da parçalar haline getirip ceplerime doldurdum… bi yerlerde çay içtiğim zamanlar çıkarıp ağzıma atmak için böyle yapardım hep… daha sonra banka uzandım ve gözlerimi kapattım… planımı gece uygulayacaktım…
lanet bir sokak köpeğinin yüzümü yalamasıyla açtım gözümü… hava zifiri karanlıktı, saat 3 olmuştu… tanrım! daha fazla geç kalamazdım. koşar adımlarla tekel bayiine doğru yürümeye başladım. biraz sonra artık koşmaya başlamıştım. çok geçmeden, hızımın da bana verdiği yetkiye dayanarak bayiye ulaşmıştım. yerden kaptığım saksıyla camı çerçeveyi indirdim.
son.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder